14 Temmuz 2020 Salı

EVEREST BASE CAMP TREKKING - NEPAL

Bir gençlik hayalim olan Himalaya'lar dağlarını hep ziyaret etmek istemişimdir.2016 yılının sonbaharında bunu gerçekleştirme fırsatını buldum.

24 Eylül 2016 günü sabah İzmir’den yola çıktım. Sabiha Gökçen'den Doha (Katar) aktarmalı olarak akşam saatlerinde Nepal’in başkenti Katmandu’ya vardım.Havaalanında vize işlerini halledip bagajımı aldıktan sonra bir kafede karnımı doyurdum, sonra otele yerleştim.
  
Everest Base Camp yolculuğuna çıkmadan önce Katmandu'daki Turizm Bakanlığından         TIMS  ( Yürüyüş izin belgesi ) aldım ve Sagarmatha (Everest) Milli Parkı’na giriş harcını yatırdım.
01 Ekim 2016 günü  Katmandu iç hatlar terminalinde uzun bir bekleyişten sonra uçağımız havalandı....Katmandu'nun geniş bir alana yayılmış tek katlı evlerini ,mahallelerini,tarlaları izleyip fotoğraf ve video çekiyoruz. 40 dakikalık yolculuktan sonra akşam üstü Lukla'ya indik ve pilotları alkışladık.


Lukla Havaalanı 2840m.yükseklikte. Dünya’nın en tehlikeli pisti olarak biliniyor uzunluğu 500 m. genişliği 20m. Bu yüzden yaklaşık 15-20 kişilik küçük pırpır uçaklar kullanılıyor.Ayrıca uçakların havaalanınına inerken geçmeleri gereken boğazda bulutlanma olduğunda uçuşlar iptal ediliyor.
Gümrükten çıktıktan sonra yağmur sepelemeye başladı.Bu yağışta en yakın konaklama yeri  olan üç saat uzaklıktaki Pakding’e yürüyemeyiz. Karşımıza ilk çıkan Himalaya Lodge Otel'e yerleştik oda fiyatı gecelik 15 usd bir kap yemek 5-6 usd.

Akşam gittiğimiz kafe'nin işletmecisi Shera bize bir tavsiyede bulunup rotamız üzerindeki Pakding Köyü yerine Monjo Köyü’ne gidip orada dinlenmemizin iyi olacağını, ertesi gün Namche Bazar'a daha rahat çıkabileceğimizi söyledi. Namche'de iki gece yerine bir gece kalıp kaybettiğimiz günü telafi edecektik .Ancak aklimatizasyon (vücudun yüksekliğe adaptasyonu) ve ADH (Akut Dağ Hastalığı) sürekli aklımızda onun için acele etmek istemiyoruz. Konaklama yerlerinin girişinde bu hastalıkla ilgili uyarılar var...Günde 300m den fazla yükselmemek,bol su içmek, yavaş hareket etmek gibi.Hastalık iyi aklimatize olamamaktan kaynaklanıyor .Baş ağrısı ve mide bulantısı gibi belirtilerle başlıyor.Hastalığa rağmen çıkışa devam ederseniz beyin ödemi,akciğer ödemi gibi sebeplerle sonucu ölümcül olabilir.

Sabah Lukla’dan yürüyüşe başladık. Pakding'de kısa bir mola dan sonra Monjo'ya (2840m) devam ettik ve köyün hemen girişinde anlaştığımız Sherpa Lodge'da geceledik.Yatak ücreti vermeyeceğiz fakat yemekleri otel’den alacağız.Odalar çok basit malzemelerle yapılmış ancak temiz. Fazla eşyalarımı dönüşte almak üzere oteldeki görevliye bıraktım.Ertesi sabah dik yamaçları çıkmaya başladık saat 11:30 gibi Namche Bazar'a (3540m) ulaştık. Burası bölgenin önemli bir kasabası, her türlü ihtiyacınızı buradan karşılayabilirsiniz,rakamlar aşağıdaki köylere göre biraz yüksek tabi. Örneğin bir bardak çay aşağıda 50-70 rupi arasındayken yukarı çıktıkça 100 rupiyi geçiyor.(1 dolar 104 rupi ) 
Shera bize ablasının ve eniştesinin işlettiği Nirvana House Otel’i  tavsiye etmişti .Bir kaç yere sorduktan sonra  oteli bulup Shera’nın eniştesi Mr.Tsering Sherpa ile tanıştık.Temiz bir otel ,fiyatları da iyi.

Tsering bize otelde kalan babasından bahsetti ve ( Mr. Kancha Sherpa 1953 yılında Everest’e ilk çıkan ekipte yer almış) eğer istersek onunla bir görüşme ayarlayabileceğini söyledi.Tabiki heyecanla kabul ettik, bu saygıdeğer dağcı ile tanışmak bizim için büyük bir şanstı.
Dünya’nın en yüksek dağı olan Everest’in ( yerel adıyla Sagarmatha - göğün alnı demek) ilk çıkışını 29 Mayıs 1953 tarihinde Yeni Zelandalı bir dağcı olan Sir Edmund Hillary ve Nepal’li Sherpa Tenzing Norgay ile birlikte başarmıştı.


34 kişilik ekipten hayatta kalan son kişi olan Mr. Kancha Şherpa ile buluştuk, anılarını dinlerken gözlerimiz buğulandı. 83 yaşındaydı , 63 sene önce 20 yaşında iken babasının arkadaşı olan Sherpa Tenzing ile tanıştırılmıştı. Tenzing 34 kişilik ekibe onuda dahil etmişti.
Kendisine sordum.” Everest'e ilk çıkanın Tenzing olduğu ancak o dönemde sansasyonel olmayacağı için Hillary'nin ön plana çıkarıldığı söyleniyor, sizce hangisi doğru”.
O da büyük bir olgunlukla "onlar kardeş gibiydi el ele birlikte çıktılar, birinin diğerine üstünlüğü yoktu dedi"

Akşam Namche'de bir kafede bir şeyler içtik.Hakan'da baş ağrısı ve hafif mide bulantısı var bende de soğuk algınlığı var buna bağlı halsizlik ve baş ağrısı çekiyorum. Ayrıca kendi yükümüzü taşımak bizi çok yoruyor.İyice dinlenmek için akşam erken yattık fakat öksürük ve ateş yüzünden uyuyamadım.Sabah birkaç lokma yiyip çay içtikten sonra yanımda getirdiğim parasetemol’dan (ağrı kesici) almaya başladım. Kahvaltıdan sonra hazırlıklarımızı tamamlayıp daha yukarıya yürümüye başladık . Khunde ve Khumjung (3740m) köylerini gezerek 3 saat uzaklıktaki Tengboche'ye (3860m) gideceğiz
Sırtımdaki 13 kilo yükle Tengboche'ye 3 saatlik dik bir çıkış beni çok yordu , öğle saatlerinde sisler içindeki Tengboche Manastırını gördüm,hemen köyün girişindeki ilk bulduğum otele kendimi attım. Çok yorgunum, hemen odama geçip dinlenmek istiyorum. Soğuk algınlığı beni halsiz bırakıyor, bunun ADH olmadığını düşünüyorum çünkü çok derin bir mide bulantısı ve basınçlı baş ağrım yok.
Otelden aldığım erişte çorbasını içip bir tablet multivitamin aldıktan sonra küf kokan nemli odada tulumun içinde uykuya daldım.Saatler sonra akşam saat altı civarında uyandım, biraz olsun kendime gelmiştim.Büyük bir tas çorba daha içip parasetemol alarak tekrar yattım.Sabah 06:30 da iyice dinlenmiş olarak uyandım.Kahvaltıdan sonra 4410m deki Dingboche köyüne doğru yola koyuldum. İmja Khala nehrinin solundaki patikayı takip ederek Pengboche köyüne geldim.Çay molasındayken bulutlar dağılmaya başladı ve kule gibi muhteşem duruşuyla 6840m lik Ama Dablam Dağı karşımda (mücevher,kolye anlamında)
Bu dağı saatlerce seyredebilirim, görüntüler kaçırmadan hemen fotoğraf çekmeye başladım. Işık tersten geliyor, istediğim sonucu alamasamda bu dağın eteklerinde olmak, havasını ciğerlerime çekmek müthiş bir duygu.

Rhododendron(manolya cinsi bir ağaç),ardıç ve çama benzeyen üstleri yosun bağlamış ağaçların arasından yürüyerek yola devam ediyorum .
Yüzlerce metre yüksekten dökülen şelaleler, doğanın canlılığı, bitki çeşitliliği insanı büyülüyor.
Beş saatlik yürüyüşten sonra sisler içinde 4440m deki Dingboche'ye vardım .Otel arayacak pazarlık yapacak enerjim yok.
Köye girerken yolun solunda gözüme kestirdiğim ilk konaklama yeriyle anlaştım (oda 2 usd ve yemekleri otelden alacağım) . Odaların durumu çok kötü, hem rutubetli hem çok soğuk.  Yarım litre su içerek hemen uyku tulumuna girip uyumaya çalıştım tulumun üstüne çoktandır yıkanmamış yorganı örttüm, başka türlü ısınamayacağım . Mide bulantım var ADH belirtisi mi ,yoksa aldığım parasetemolden mi kaynaklanıyor emin değilim .Sabahı bekleyeceğim eğer bulantı devam ederse yürüyüşü yarıda kesip daha aşağıya inmem gerekli. Altıbin km uzaktan buraya kadar gelip bunca emekten sonra dönmek zorunda kalmak ve verdiğim sözü yerine getirememek beni çok üzecekti.Bütün gece yalnızlığıma sığınarak bunları düşündüm ve dua ettim..Sabah erkenden kaldığım otelden ayrılırken karşıdaki başka bir otelin girişinde ADH ilaçları yazısı gözüme ilişti.
Mide bulantısı hissetmiyorum ama riske atmamak için bir gün daha Dingboche'de kalacağım.
Köyün çıkışında diğerine göre daha temiz başka bir otele yerleştim.Otelde Oda 5 usd,telefon şarjı 3.5 usd , 250 mb internet 5 usd .Hemen internet kartı alarak mesajlara baktım ve sosyal medya üzerinden durumum ve bulunduğum yer hakkında bilgi verdim.Bu arada Hakan'ın mesajlarından Namche'ye ulaştığını oradan da Monjo'ya devam ettiğini görüyorum durumu iyi görünüyor.
 Daha önceki yıllarda buralara gelen tecrübeli bir arkadaşımı bana bir gün önce gönderdiği mesajı gördüm  4490m deki Dingboche Köyü yerine 4200 m deki Periche’den çıkışa devam etmemi, eğer ADH belirtileri olursa oradaki klinikten aklimatizasyonu hızlandıracak ilaç almamı öneriyordu. 5000m nin üstündeki dağlara çıkışlarım olmuştu ama hiç birinde ADH yaşamadım, ilaç dahi kullanmadım fakat bu hastalanmayacağım anlamına gelmezdi. İlk olarak sabah gördüğüm ilaçların satıldığı otele gidip 2 usd ye 10 tablet ilaç aldım, ikiye bölüp 12 saat arayla kullanacağım, hemen ilaca başlıyorum. Ertesi sabah dinlenmiş şekilde Dingboche'den ayrılıyorum önce 4620m deki Tughla'ya  oradanda 4910 m deki Lobuche köyüne ulaştım.
Bir gece burada kalıp oradan son konaklama yeri olan Gorak Sheep’e (5180 m) gideceğim. Oradan hem Everest’i daha iyi bir açıdan görebileceğim Kalapattar Dağı'na (5550m ) çıkacağım (Gorak Sheep'ten Kalapattar'a çıkış ve dönüş toplam 4-5 saat sürüyor, hemde Everest Ana kampına (5364m) gidebileceğim.
8 Ekim günü öğle saatlerinde Gorak Sheep’e ulaşmıştım, pansiyon tarzı konaklama yerlerinden birinde oda ayarladım , oda 2 dolar ancak soğuk ve rutubetli.Bir kaç otelde yer bulamadığımdan burada kalmaktan başka çarem yok.
Biraz dinlenip bir şeyler içtikten sonra etraftaki dağları fotoğraflamaya koyuldum, bu arada bazı grupların daha yukarılara yürüdüğünü gördüm. Yanımdan geçen 3 kişilik Nepal’li bir grupla selamlaştık,biraz sohbet ettik davet üzerine onlara katıldım. Beraberce ana kampa doğru yürüdük, hava çok bulutlu , sisin hemen altında 12 km boyunca uzanan devasa Khumbu Buzulunu görebiliyorum. İnsan kendini yabancı bir gezegene gelmiş gibi hissediyor.Dağların devasa boyutları bizim alışık olduklarımızdan çok farklı .Ana kamp alanına ulaştığımızda birbirimizi tebrik edip fotoğraf çekildik. Bulutlanma artmaya başladığından fazla oyalanmadan dönüşe geçtik.


Gorak Sheep’e döndükten sonra akşam bolca karbonhidrat ve sıvı aldım ve erkenden yattım.
Ajusha ve ekibi sabah 05:00 de Kalapattar'a çıkış yapacaklar bende onlara katılacağım.
Sabah kalktığımızda her taraf bembeyazdı gece oldukça sıkı kar yağışı olmuş.Hava çok soğuk ve kapalı.Eğer ilerleyen saatlerde hava açarsa Everest'i ve kardeşleri Lhotse ve Nuptse'de dağlarını görüp güneşin doğuşunu izleyeceğim .Saat 05:00 te çıkışa başladık bir çok grup var,kafa lambalarıyla her taraf ışıl ışıl. İlerleyen saatlerde bulutlar biraz olsun dağılmaya başladı, karşımızda 7165m lik Pumori Dağı kule gibi yükseliyor ve sağımızda 7864m lik Nuptse'yi görebiliyoruz.Geriye baktığımda muhteşem Lobuche Dağ sırasını ve biraz uzağında Ama Dablam Dağı muhteşem görünüyor.Mutluyum …Soğuk havanın ciğerlerimi yakmasına aldırmıyorum bile .Rüzgar dondurucu, kaz tüyü eldivenler iş görüyor. Dik yamaçlardan yuvarlanan dev buzların gök gürültüsü misali sesleri yansıyor vadiye. Buzullarda insanı ürküten devamlı bir hareket var.

2,5 saat sonra Kalapattar zirvesine 5550 m. ulaştık hava bulutlu ara ara dağılıyor ve biraz olsun çevreyi görebiliyoruz.Manzaralar insanı büyülüyor bolca fotoğraf çektim. Ajusha ve ekibi döndü, ben iki saat daha havanın açmasını bekledim.Beklediğime değdi Everest piramidini görebildim.Kalapattar’ın arkasında kalan buzul gölleri insanı büyülüyor… Khumbu buzulunu tepeden izledim. Muhteşem Nuptse duvarını gördüm.


Gorak Sheep e geri döndüm, kısa bir mola verdikten sonra Periche'ye doğru yol koyuldum,  yağmur başladı yol bir türlü bitmek bilmiyor, oldukça yorgunum nerdeyse sabah 04:00 den beri hareket halindeyim ve yeterli sıvı alamadım.Hava kararmadan Periche'ye ulaştım gözüme kestirdiğim ve temiz görünen Himalaya Hotel'de yer yok hemen karşısındaki başka bir Otel'de yer buldum, akşam yemeği olarak patatesli momo (mantıdan daha iri hamur ) ve çaydan sonra uykuya geçtim.Oda nispeten temiz ve sıcak.Sabah hava açıktı, dönüş yolunda muhteşem Everest manzarasıni bir kez daha görme şansım oldu.Tengboche'de kalmadan Namche'ye devam ettim yol 8,5 saat yorucu bir yürüyüşten sonra Namche’ye ulaştım. Nirvana Hotel de bir gece kaldıktan sonra ertesi gün önce Monjo'ya ve saat 17:00 civarında Lukla'ya ulaştım.Lukla'ya vardığımda hemen Starbucks taki Shera yı buldum bana arkadaşının otelini tavsiye etti ve hemen oraya yerleştim.Lukla’ya gruplar halinde gelen çok, havanın düzelmesiyle dönüşler azaldığı için Katmandu’ya uçuşum rahat oldu.12 Ekim günü İzmir'den Katmandu’ya gelen arkadaşlarla buluşup sohbet ettik onlara bazı bilgiler aktardım .İstanbul'a dönüşüme 4 gün daha var.Uçuşu erkene almaya çalıştım ama havayolu 300 usd gibi ekstra ödeme isteyince vazgeçip şehirde kaldım.Çevreyi gezip dinlendim...
İzmir’e ulaştığımda yüzümde hayallerimden birinin gerçekleşmesinin huzuru ve mutluluğu
vardı. 

Pumori Dağı 7161m



Lukla Kasabası 2880m

Lukla Havaalanı

Everest Ana kamp yolu


Namche Bazaar


Pengboche Köyünden Ama Dablam dağı

Lobouche Köyü

Lobouche Köyü



Khumbu Vadisi

Khumbu Vadisi Everest Ana Kamp'a yaklaşırken

Everest Ana Kampı 5364m


Kalapattar Dağı zirve 5550m

Kalapattar'dan buzul gölleri 

Khumbu Vadisi

Himalaya sığırı YAK


Namche

Namche'den Everest ve Nuptse Dağları

Lukla Havaalanı


Everest Ana Kamp yolu

Lobuche Köyü



26 Aralık 2019 Perşembe

EDİRNE


Edirne’ye ilk yerleşimin Trak lılar tarafından yapıldığı düşünüyor. 2. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yeniden yapılandırılarak Hadrianopolis adıyla anılmaya başlar. M.S. 2 ve 3. yüzyıllarda parlak bir dönem yaşayan Hadrianopolis, 4. yüzyıldan itibaren birçok savaşa sahne olur. İç kavgalar, Got, Hun ve Bulgar akınlarına karşı Bizans egemenliğinde kalan kent, 1361 yılında Türkler tarafından fethedilir.  Sultan I. Murat, kentin adını Edirne olarak değiştirir ve Edirne 1365 yılında Bursa’dan sonra ikinci başkent olur. Bir yüzyıla yakın süre Osmanlı ülkesinin başkenti olan şehir hızla gelişir. 1453 yılında İstanbul’un alınmasıyla başkent unvanını İstanbul’a devreden Edirne, daha sonra İmparatorluğun ikinci merkezi olur ve bilim, kültür ve sanat kenti olarak gelişmesini sürdürür. İstanbul’ un başkent olmasının ardından Kanuni Sultan Süleyman Belgrad seferini buradan başlatır ve bu sırada şehrin suyolları yapılır. II. Selim döneminde ise kentin adeta simgesi haline gelen ünlü Selimiye Cami’nin yapımına başlanır. Yüzyıllarca huzur dönemi yaşansa da, 19. yüzyıldan itibaren sarsıntılar başlar. 1828–29 ve 1877–78 Osmanlı-Rus savaşları sonunda işgaller yaşayan Edirne, 1912–1913 Balkan Savaşı’nda Bulgar, 1920 yılında ise Yunan işgaliyle yıkıma uğrar. Kuşatmalar ve yıkımlarla geçen bu işgal süreci, 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile sonlanır ve Edirne, Türkiye’nin batı sınırı ve Avrupa’ya açılan kapısı olarak bugünkü konumuna ulaşır. Görkemli Osmanlı geçmişini günümüze taşıyan tarihi kent dokusuna sahip Edirne, bu yanıyla “yaşayan Osmanlı”dır. İmparatorluğun mirası olan camileri, kervansarayları, köprüleri, medreseleri gibi tarihi yapılarıyla adeta açık hava müzesi niteliği taşıyan kente ilk girdiğinizde sizi muhteşem minareleriyle Selimiye Cami karşılar. Yaklaşık 100 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış, bu sırada bilim, kültür ve sanat alanında önemli faaliyetlerin yer aldığı, mimari, hat ve süslemelerde en özgün örneklerin verildiği bir kent olmuştur. Tarihte “Serhat Kenti” ve ‘‘Der-i Saadet’’ (Mutluluk Kapısı) gibi çeşitli unvanlarla anılan Edirne, İstanbul’un fethinden önce ve sonra zafer kutlamaları, sünnet şenlikleri ve evlilik törenleri gibi İmparatorluğun tüm görkemli şölenlerine tanıklık etmiştir.

Selimiye Camii: Osmanlı padişahı II. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı camidir. Sinan’ın 90 yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” dediği Selimiye Camii gerek Mimar Sinan’ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtlarından biridir.

Selimiye Arastası: III. Murat Selimiye camisine gelir sağlamak için Mimar Davut Ağa’ya yaptırtmıştır. 256 m. uzunluğunda, 73 kemerlidir. İçinde iki yanda 124 dükkân vardır.Evliya Çelebi, buranın ‘Kavaflar Çarşısı” olduğunu yazar. Dua kubbesinde, burada dükkânı bulunanların her sabah, doğru iş yapacaklarını ant içtikleri ve dua ettikleri bilinir.

Rüstem Paşa Kervansarayı: Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Rüstem Paşa, Mimar Sinan’a yaptırtmıştır. Klasik Osmanlı mimarisinin ilginç örneklerinden olup Kanuni döneminin görkemli yapılarındandır. Avlulu hanlar planındadır. Dikdörtgen avlunun çevresine iki katlı odalar yerleştirilmiştir. Katların avluya bakan yüzleri, revaklıdır.Revakların arkasında ocaklı ve nişli odalar bulunur. Uzun yanlarda, karşılıklı olarak yukarı çıkan merdivenler vardır. Üst kat pencere ve kapı kemerlerinde tuğla süsleme ilginçtir. Kesme tas ve tuğladan örülmüş duvarlar yapıya anıtsal bir görüntü kazandırmaktadır.
Rüstem Paşa Kervansarayı 1972 yılında restore edilerek otel haline getirilmiş ve başarılı görülen bu restorasyonla 1980 yılında Ağa Han Mimarlık ödülünü almıştır.

Eski Cami:  Eski Cami, Edirne’nin ilk anıtsal yapısı olarak bilinir. 15. yüzyılın en cüsseli camileri arasından öne çıkan tarihi yapıtta 9 kubbe eklentisine yer veriliyor  .Caminin yan kapısı üzerindeki kitâbeye göre mimarı Konyalı Hacı Alâaddin, kalfası ise Ömer ibn-i İbrahim’dir. Süleyman Çelebi tarafından tamamlananmıştır.

Üç Şerefeli Cami: 1443-1447 arasında, Sultan II.Murat yaptırmıştır. Cami Osmanlı sanatında erken ile Klasik dönem uslübu arasında yer alır. Burada,ilk kez uygulanan bir planla karşılaşılmaktadır. 24 m. çapındaki büyük merkezi kubbe, ikisi paye, dördü duvar payesi olmak üzere altı dayanağa oturur. Yanlarda daha küçük ikişer kubbe ile örtülü kare bölümler vardır. Yapı, bir yenilik olarak, enine dikdörtgen bir yapıdır.

Etnoğrafya Müzesi Arkeoloji bölümü ve bahçesi ile birlikte geniş bir alanı kaplayan , içerisinde yer alan seçkin koleksiyonu ile farklı medeniyetlerin kültürlerine ışık tutuyor.Paleontolojik, Neolitik ve Kalkolitik çağlara özgü fosil kalıntıları sergileniyor. 1971 yılında hizmete açılmış olan binada ayrıca Trak’lara ait ev örneklerinden Roma dönemine özgü ikonalara, Edirne giysilerinden fotoğraflarına kadar görülmeye değer pek çok sayıda tarihi

Beyazid Külliyesi ve Şifahanesi  Tunca Nehri kıyısında bulunan külliye Edirne'nin en önemli yapıtlarındandır. Cami, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam, mutfak, Erzak depoları ve öbür bölümleriyle geniş bir alana yayılmıştır.Sultan II.Beyazıd'in 1484-1488 yılları arasında yaptırdığı külliyenin mimari Hayreddin'dir. Çok etkileyici bir görünümü olan külliye küçüklü büyüklü yüze yakın kubbeyle örtülüdür.

Meriç Köprüsü 1842 yılında Abdülmecit zamanında inşa edilen köprü Edirne-Karaağaç yolu üzerinde yer alıyor.Köprünün üçgen prizma şeklindeki selyaranları ve köprü ayaklarında bulunan tahliye gözleri, dikkat çekiyor. Kemer kısmında; 8 Köşeli Yıldız, 12 Hayvanlı Türk Takvimi ve Selçuklu mimarisini vurgulayan iki ejderha figürü ön plana çıkıyor. Köprünün mermerden dizayn edilen “Seyir Köşkü” görülmeye değer.Dört dikdörtgen ayak üzerine oturtulmuş olan köşkün dış yüzeyinde silah, zırf, trampet ve miğfer gibi eşyaları sembolize eden motiflere rastlayabiliyorsunuz.

Balkan Savaş Müzesi Kıyık denilen tepe üzerindeki müze Edirne tarihi açısından büyük bir önem arz ediyor. Balkan Savaşı şehitleri anısına hazırlanmış olan müzenin koleksiyonda, şehre özgü eşyalar ve tarihi kalıntılar varlık gösteriyor.

Balkan Şehitliği  Sarayiçi mevkisinde yer alan şehitlik Balkan Savaşı’nda Bulgarlara esir düşen ve aç bırakılarak ölüme terk edilen 200.000 şehidin anısına yapılmış.

Makedonya Kulesi Hadrianopolis surlarından kalan kule heybetli görüntüsü ile turistlerin dikkatini çekiyor.Kuleye Fransa’dan getirilen özel saatin takılmasıyla birlikte Saat Kulesi ismi verilmiş. Kule etrafında günümüzde birtakım kaza çalışmaları yapılıyor. Çevresinde, eski surlardan kalma seramik fırınlar ve duvarlar göze çarpıyor.

Edirne Büyük Sinagogu Avrupa’nın en büyük ve dünyanın üçüncü büyük sinagogu olan Tarihi uzantısı Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Seferad Cemaati‘ne kadar dayanan Edirne Büyük Sinagogu, Türkçe’de “Toplantı Yeri” anlamına geliyor.1905‘te çıkan yangın sonucu restorasyon çalışmalarına tabi tutularak II. Abdülhamid‘in fermanı ile yeniden inşa edilmiş.

Bunlar dışında vaktiniz kalırsa gezilecek yerler listesine aşağıdaki yerleri de ekleyebilirsiniz

Ali Paşa Çarşısı,
Bulgar Kilisesi, 
Adalet Kasrı,
Karaağaç Tren Garı, 
Enez Kalesi,
Muradiye Camii, 
Adalet Kasrı Kulesi,
Edirne Sarayı, 
Gazi Mihal Köprüsü,
IV.Mehmet Av Köşkü, 
Hıdırlık Tabyası 
Saraçlar Caddesi.

























SELANİK


Selanik’in ilk kez MÖ 315’te Makedonya Kralı Kassander tarafından günümüzdeki Thermi yakınlarında kurulduğu biliniyor. Kassander’in eşi, Büyük İskender’in kız kardeşi olan Thessalonike’nin adını alan Selanik, yıllar içerisinde Makedonya coğrafyasının en önemli liman kentine dönüştü.
168 yılında Roma Cumhuriyeti’nde bağımsız bir şehir olarak varlığını sürdüren Selanik, Roma ticaret yollarının üzerinden geçmesi nedeniyle bölgenin ticaret merkezi haline geldi. 476’da Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Doğu Roma İmparatorluğu egemenliğine giren kent, bu imparatorluğun İstanbul’dan sonra en büyük ikinci şehri unvanını aldı.
1204’te Haçlıların işgal ettiği Selanik uzun süre Bizans işgalinde kalmış. 1423’te Osmanlılara yardım etme karşılığında Venediklilere verilmiş. 1430’da Sultan II. Murad tarafından Osmanlı ülkesine katılmış 1912 yılındaki Balkan Savaşına kadar bir Türk şehri kalmıştır. Bu tarihten sonra, Yunanistan’ın önemli şehirlerinden biri olmuştur. Çeşitli tarihi yapılar, Türk mahalleleri ile, uzun yıllar bir Türk şehri olmanın bütün özelliklerini taşıyan Balkan şehirlerinden biridir. Selanik, birçok Türk büyüklerinin olduğu gibi, Büyük Atatürkün de doğmuş olduğu bir şehirdir.
Selanik’e İzmir’e çok benziyor hele Kordon’u aynı atmosferi yansıtıyor.Hareketli bir liman kenti olduğundan değişik ülkelere mensup bir çok mülteci grubuyla karşılaşabilirsiniz bizim İzmir bu açıdan daha iyi.Şehirdeki iki Üniversitenin öğrencileri (Macedonian ve Aristoteles) şehri canlandırıyor. Sokaklar, mekanlar, kafeler ve gece hayatı bu yüzden ok hareketli . Tavsiyem şehri yürüyerek keşfedin ancak kordon Boyu çok uzun olduğundan kaykay tarzı araçları kullanabilirsiniz.
Selanik Tren Garı ve Otogar Türkiye’den gelen otobüsler yolcularını OSE Tren Garı’nın yanındaki alanda indiriyor ve dönüş biletinizi de tren garının içerisinde bulunan 16 nolu ofisten onaylatıyorsunuz.
Avrupa şehirlerinden elen otobüsler yolcularını Macedonia Intercity Bus Terminal’inde indiriyor.Bu terminalin önünde şehir merkezine giden 8, 12 ya da 31 numaralı belediye otobüsleri var (tek yön tam bilet 1 eur)
Hem otogar hem de tren garı şehrin merkezine yakın, otobüsten indikten sonra istediğiniz her yere yürüyerek kolayca gidebilirsiniz. Tren garının hemen yanında bulunan cadde Manastirou Caddesi ve devamı ise Egnatia Caddesi, bu cadde şehrin ana caddesi ve gideceğiniz her yere o caddeyi kullanarak ulaşabilirsiniz. Gardan caddeye çıktığınızda sola döneceksiniz çünkü şehir merkezi o tarafta. Eğer Selanik’e Atina’dan geçecekseniz tren kullanabilirsiniz., tren garından merkeze otobüsle gidecekseniz de 2, 3, 10 ya da 14 numaralı otobüslerden herhangi birine binmelisiniz. Eğer havayolu kullanarak gelmişseniz, havaalanı şehir merkezine 15 km uzaklıkta yer alıyor. Havaalanından şehir merkezine gitmek için çıkış kapısında göreceğiniz otobüs durağından 78, 78A ve 78N numaralı hatlardan herhangi birine binmeniz gerekiyor ve yolculuk ortalama 45-50 dakika sürüyor. 78 numaralı otobüs her yarım saatte bir kalkıyor, 78A günde bir kere sefer yapıyor, gece ise 78N numaralı otobüs çalışıyor. Aristoteles Meydanında inin her yere yakındır.

Atatürk Evi: Selanikte ilk gezeceğimiz yerlerden biri Ulu Önder Atatürk’ümüzün 1881 de doğduğu ev olacaktır.Şehir içinde evi gösteren işaretlere pek rastlayamazsınız, haritalarda ise küçük bir işaret vardır. Ata’nın evi Apostolou Pavlu Caddesi‘nde Türk Konsolosluğu’nun olduğu binada ile bitişiktir. 1870 yılında Rodoslu Müderris Hacı Mehmet Vakfı’nın tasarladığı ev üç katlı, o dönemden kalan testiler, bakır kaplar, çanak-çömlekler, küpler, sandıklar vs. sergileniyor.. Birinci katta misafir odası ve sandık odası var. Misafir odasının içerisinde kadife koltuklar, kanepeler, perdeler, bakır bir mangal ve sehpalar göreceksiniz. Evin ikinci katında Atatürk'ün doğduğu bu oda bulunuyor. Bu odada Atatürk'ün tunçtan yapılan bir büstü, yazı masası, pirinçten bir mangal ve koltuklar yer alıyor. Diğer odada ise Ata’nın kıyafetleri, kişisel eşyaları, fotoğrafları ve çeşitli belgeler sergileniyor. Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir toprak parçası olarak biliniyor Müze Pazartesi günleri kapalı ancak diğer günler 10.00-17.00 saatleri arasında ücretsiz ziyaret edebilirsiniz.

Aya Dimitros Katedrali Selanik merkezde aynı ismi taşıyan caddenin üzerinde yer alıyor. Türkiye Başkonsolosluğu ve Atatürk’ün Evi ile aynı cadde üzerinde, tam da caddenin başında yer alıyor.M.S. 324’de I.Konstantin Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul ettiğinde, Aziz Dimitrios’un onuruna Roma hamamlarının kalıntıları üzerine yapılmış görkemli bir tapınak.1988’de UNESCO Dünya Mirası Listesine dahil edildi..Günümüzdeki kilise, 7. yüzyılda eski tapınağın yerinde Piskopos John tarafından inşa edildi.

Aya Sofya (Azize Sofya) kilisesi Selanik merkezde, Aya Sofya ve Ermou sokaklarının kesiştiği noktada yer alıyor. 620–630 yılları arasında bir depremde yıkılan büyük bir Bizans bazilikasının yerine yapılmış. Venediklilerin egemenliğinde Katolik katedraline dönüştürülen yer, Osmanlı ile birlikte merkez camisi oldu. 1912’den bu yana yine kilise olarak hizmet veriyor. 1988’de UNESCO Mirası Listesine alındı.

Aristoteles Meydanı Şehrin ana meydanı ve en sevdiğim yerlerinden , Selanik’in özellikle akşamları en kalabalık ve capcanlı yerlerinden. Fransız mimar Ernest Hébrard’ın 1918’de dizayn ettiği meydanın büyük bir bölümü ellili yıllarda inşa edilmiş. Büyük İskender’in bir heykeli meydanın ortasında yer alıyor.Etrafta kafeler, alışveriş yerleri, barlar, kitapçılar, bankalar, oteller sıralanıyor. Gece de çok hareketli .Meydana bakan, şehrin en iyi beş yıldızlı otellerinden Electra Palace Hotel’i terasından Selanik’in manzaralarını görebilirsiniz.

Tsimiski Caddesi, İstanbul Kadıköy yakasındaki Bağdat Caddesi gibidir. Sadece ölçek olarak küçük olan caddede trafik ortadan akarken sağlı sollu bulunan mağazalarda alışveriş yapma imkanı bulabilirsiniz.

Lefkos Pyrgos  İzmir’in kordonunu andıran sahil şeridinde görülecek yerlerin başında  geliyor. Karşı kıyıdan bakıldığında şehri denizle buluşturan derin kıvrımlı körfez, şehrin imgesi olan genç kızın boynundaki değerli bir ziynet eşyasına benzetiliyor. Deniz dolgusu olmadığından İzmir Kordon kadar geniş değil tabi. Kıyı boyunca sıralanan barlardan birine oturup güneşin batışını izleyin. Beyaz Kule de bu kordon üzerinde yer alıyor.

Beyaz Kule Selanik’in simge yapılarından, Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmış ve Osmanlı döneminde önce kale, sonra garnizon ve sonra da zindan olarak kullanılmış. Bir dönem adı Aslan Kulesi olan yer, sonraları Yeniçeri Kulesi olarak anılmış. Zindan olarak kullanıldığı dönemlerde Sultan II. Mahmud’un emriyle kuledeki tutukluların hepsi kılıçtan geçirilince adı Kan Kulesi olarak anılmaya başlanmış. Şehir el değiştirince simgesel olarak vaftiz edilerek ve beyaza boyanmış ve adını da buradan alıyor.Kule hâlâ bu isimle anılsa da zaman içerisinde yavaş yavaş eski rengine geri dönmüş. 6 katlı Hisar 1988’de Selanik erken Hristiyanlık ve Bizans anıtları ile birlikte UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girerken, aynı yıl Beyaz Kule Europa Nostra (Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu) koruma ödülünü almış. Günümüzde müze olan kulenin tepesindeki şahane Selanik fotoğrafları çekiliyor. Müze pazartesi günleri kapalı ve diğer günlerde ise 8.30- 15.00 arasında ziyarete açık. Mutlaka uğrayın.

Selanik’in Şemsiyeleri Selanik’in simgelerinden birisidir. Sahilde Beyaz Kuleyi geçtikten sonra deniz kıyısında iskelede göreceğiniz sanat eseri 1997 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilen Selanik için Giorgos Zongolopoulos tarafından yapılmıştır

OTE Tower İlk olarak yunan telekomu olarak hizmet veren kule bugünlerde gsm operatörü Cosmote tarafından kullanılmaktadır. 360 derece dönen kafetaryasında kahve içip manzarayı seyredebilirsiniz.

Ancient Agora (Roma Agarasi): Antik Roma Roma Forumu, M.Ö. 42 - M.S. 138 yılları arasında inşa edilmiş ve 1962 yılında yapılan arkeolojik kazılarda keşfedilmiş. İnşa edildiği dönemde şehrin sosyal, ekonomik, idari, kültürel ve dini merkeziymiş. Tıpkı İtalya’da bulunan Roma Forumu gibi dönemin kamu binaları, mahkemeleri, pazar alanları, hamamlar, dükkânlar, eğlence yerleri vs. bu kompleks içerisinde yer alıyormuş ancak günümüze ulaşamamış. Roma İmparatorluğun’da hizmet binaları, sosyal yaşamın her alanı ve şehir sakinleri tarafından insanlarla doluyordu. Şehrin bu bölgesi geliştirilmiş, arkeolojik kalıntılar değerlendirilmiş ve ziyaretlere açılmıştır. Bugün, agoranın iki kısmı restore edilmiştir ve kültürel faaliyetler için kullanılmaktadır.

Galerius Sarayı Gaius Galerius Valerius Maksimianus kısacası Galerius M.S. yaklaşık 250 yılında Sardika yakınlarında günümüz Sofya Bulgaristan’ında doğdu. Ailesi çiftçiydi, kendisi de gençlik yıllarında çobandı. Cesaret ve yetenekleri sayesinde Roma ordusunda ilerledi ve doğduğu alt tabakadan ayrıldı ve Roma ordusunda üst rütbelere ulaştı. 3. yüzyılın sonunda imparator Dioklitianos büyük bir değişim yaptı. Roma İmparatorluğunun yönetimini ortak yöneten dört lidere verdi fakat her bir dört lider ayrı coğrafi bölgelerdeydiler (tetrarşi olarak bilinir). Bu dört parçadan bir tanesinin, Balkan yarımadasının yönetimi de Galeriusa verildi. 299 yılında Galerius Perslere karşı kazandığı son zaferde sonra yerleşmek için Selaniği seçti. Bu Roma şehrinin güney doğu bölgesinde 150.000 metre karelik Rotonda’dan denize, doğu tarafından Aya Soyfa kilisesine kadar uzanan çok büyük bir arazide gösterişli bir saray bloğu inşaa etti. Burada sadece saray görevlileri ve uşakları kalmıyordu, şehrin türlü hizmet binaları ve tapınakları da yer alıyordu. Ana saray günümüz Navarinοu meydanı ve Dimitrious Gounaris sokağı arasında bulunuyordu. Denize karşı inşaa edilmiş ve günümüzde toprak altında kalmış olan birçok binadan oluşuyordu. Kral dairesinin günümüze dek ayakta kalmayı başarmış bazı parçaları kötü durumda olsalar da, zamanında bu yapıların ne kadar gösterişli olduğunu anlatmaya yeterli: daire ve odalar, kemerli büyük bir daire, hamamlar, dıştan sekiz çaplı içten ise yedi kubbeli bir bina. Yer mozaikleri kalıntıları, mermer döşemeler sarayın ne kadar parlak, zengin ve gösterişli olduğunu gösteriyorlar. Bugün, kazı, kurtarma ve onarım çalışmalarıyla bu harika eserlerin bir kısmı gün ışığına çıkarılmış.

Kamara (Galerius Kemeri) – Rotonda, şehrin en iyi bilinen ve Selanikli’lerin ve şehirdeki öğrencilerin buluşma noktasıdır. MS 3. yüzyılın sonunda ve 4. yüzyılın başında, Roma İmparatoru Sezar Galerious’u onurlandırmak için yapılmış. Kamara’nın 4 ana sütununda Galerious’un İran Kralı Nerseh’e karşı kazandığı galibiyetler anlatılıyor. Kabartmalarda ve işlemelerde ise savaşlar, diğer askeri hadiseler ve Galerius’un ordusuyla birlikte İran topraklarına ilerlemesi tasvir edilmiş. Meydan Dimitriou Gounari ve Egnatia yollarının kesiştiği noktada yer alıyor. Kamara’dan biraz yukarı çıktığınızda ise Osmanlı döneminden kalma Rotonda Camisini göreceksiniz. Şimdilerde müze olarak kullanılmaktadır

Selanik Arkeoloji Müzesi (Archaeological Museum Of Thessaloniki) Yunan mimar Patroklo Karantino’nun tasarım anlayışından çıkan , 1962 yılından beri farklı ülkelerden gelen sanatseverleri ağırlıyor. Andronikou caddesinde konuşlanmış olan müzenin koleksiyonunda, tarihi uzantısı Makedonya’ya kadar dayandırılan köklü eserlere yer veriliyor.

Yeni Hamam Selanik şehrinin kuzey kısmında bulunmaktadır. Aziz Dimitriou kilisesinin kuzeyinde, Kassandrou ve Aziz Nikolau caddelerinin kavşağında yerde bulunmaktadır. Bir Osmanlı mimarisi olan Hamam, 16. yüzyılın son çeyreğinde Selanikte yüklü bir miktarda mülk sahibi olan Hüsrev Kedhu’da tarafından inşa edilmiştir. Hamam tek bir mimarı topluluktan oluşan bir yapı olup, iki bölümden oluşmaktaydı yani hem erkeler hemde kadınlar için yapılmıştı. Her cinsiyet için ayrı bölümler vardı. Ancak 20. yüzyılda anıt, kullanım değişikliği nedeniyle ve yapılan yanlış restorasyonlar nedeniyle gerçek karakteri ile ilgisi olmayan büyük bir rebizyona uğradı ve gerçek özelliğinden hızlı bir şekilde uzaklaşmaya başladı.
Yeni Hamam Selaniğ’in kurtuluşuna kadar yani 1912 yılına kadar Hamam olara işlev görmüştü. 1919 yılında Yunan Devleti’nin denetimine geçti, 1937 yılında bir kişi tarafından satın alındı. Satışından hemen sonra, etrafındaki mağazalarının deposu olarak kullanıldı ve daha sonra sinema salonu olarak kullanılmaya başlanıldı.Üzeri yarım küre kubbe şeklinde kaplı olan yapının doğu tarafındaki bulunan iki oda korunmuş ancak aralarında bulunan duvarların yıkılması ile birlikte yapı daha sonra Eglis adlı sinema salonuna çevrilmiştir. Sinema salonu 1978 yılına kadar açık kalmıştır. Günümüzde yapı aynı adı ile yani Eglis adı altında tiyatro-müzik gösterileri faliyetlerinde kullanılmaktadır. Anıtın batı tarafında bulunan odaların duvarları diğer duvarlara göre değişikti ve daha sonra bu duvarlar yıktırılarak yazlık sinema salonuna çevrildi ve günümüzde bu amaçla kullanılmaktadır.

Bey Hamamı Selanik’in merkezinde, Azize Meryem ya da Meryem Ana Kilisesi’nin doğu kısmında, Egnatia, Arıstotelous ve Metropolit Gennadiou kavşağında bulunmaktadır. Büyük bir Osmanlı hamamı, arapça kitabelerine göre 1444 yılında Sultan ikinci Murat tarafından yaptırılmıştır. Bey Hamamı, kendi türünde bir ilk olup, Türklerin Selaniğ’i 1430 yılında işgalinden kısa bir süre sonra inşa edilmiştir. Hamam hem erkeklere hemde kadınlara hizmet verecek şekilde tasarlanmıştı. Her cinsiyet için ayrı bölümler vardı, erkeklerin bölümü kadınların bölümünden daha geniş, dekorasyon bakımından daha lüks ve zengindi. Hamamın her iki bölümüde tipik şekilde biçimlendirilmiş olup Hamamın doğu tarafında büyük bir dikdörtgen şeklinde bir su deposu bulunmaktadır. Bu su deposu zamanında hamamın su ihtiyacını karşılıyordu. Bey Hamamı 1968 yılına kadar bütün özelliklerini koruyarak çalışır durumda kalmış sadece adı değişikliğe uğramış, son yıllarda adı (Cennet Hamamı) olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Hamam hemen hemen bütün özelliklerini özgün formunu koruyarak ve değişmeden bugüne kadar muhafaza etmiştir. Böylece anıt Osmanlı hamamlarının birkaç örneklerinden biri olarak ve bozulmadan Yunanistan’da günümüze kadar korunmuş ve ulaşmıştır. Yapı günümüzde kültürel etkinlikler, ve geçici sergiler amacıyla kullanılmaktadır.

Yahudi Hamamı Selanik şehrinin güney batısında ki Kral Herakliou ve Komninon kavşağında bulunmaktadır. Bilinen büyük bir Osmanlı hamamıdır. Bugün bölge Çiçekçiler ismiyle de anılmaktadır ve 1951 yılından beri bölgede çiçekçi dükkanları faliyet göstermektedir. Türkçe belgelerine göre yapı bir çok değişik isimle anılmıştır. Örneğin, «Halil Ağa Hamamı, Pazar-ı Kebir Hamamı, Pazar Hamamı, Kadınlar Hamamı». Yapı esasen Yahudi Hamamı olarak anılmaktadır. Çünkü yapı Yahudilerin çok yoğun olarak yaşağadığı bir mahallede yapılmıştır.

Selanik Kalesi Surlar Selanik şehri Helenistik dönemden 19.yüzyılın ikinci yarısına yani Osmanlı Hakimiyetine kadar, surlar içinde korundu ve şehir bu yönde kalkınmaya başlandı.Surlar şehri bir yandan düşmandan korurken, bir yandan da burjuva ile köylü sınıfı arasındaki sınırları belirliyordu. Selanik şehrinin kurucusu olan Makedonya kralı Kassandros, şehri daha korunaklı hale getirmek için ekstra savunma çitleri inşa etti ve bu Roma dönemine kadar böyle sürdü. Surların harebeye dönmüş bölümleri sürekli düşman saldırılarından ve düşmandan daha iyi korunmak için 1.yüzyılın ortalarında yani İsa’dan sonra yenilendi, 3.yüzyılın ortalarında Gotlar’ın sürekli düşmanca saldırılarını önlemek için, yeni kare planlı bir kule inşa edildi ve eksensel olarak yerleştirildi. 3.yüzyıl sonunda hasas olan sur duvarları bakımdan geçirildi ve onarıldı. 4.yüzyıl sonunda kral 1. Teodosiou zamanında görkemli askeri tahkimat çalışmaları gerçekleştirildi ve surlar uzatıldı. Daha sonraki yıllarda savunma çitleri daha güçlendirilmiş hale getirildi, öyleki 7.yüzyıl ortalarında saldırılara daha dayanıklı olması için çok sık aralıklarla kuleler inşa edimeye başlandı ve buda Selaniğin karadan kuşatılmasının son derece imkansız hale getiriyordu. Takip edilen yüzyıllarda gerek deprem gereksede saldırılar sonucunda surlarda onarım ve restorasyon kaçınılmaz hale gelmişti. Selaniğin 1430’da Türkler tarafından işgalindan sonra surlarda, çevre duvarlarında ve büyük kulelerde, örneğin Beyaz Kule ve Yedi Kulede yeni düzenlemelere yapılmıştı.
Selanik surları şehrin dört tarafınıda içine alacak yani bütün şehri çevreleyen şekildeydi (doğu, batı, güney ve kuzey), surların görünüşü bir masa biçiminde olup uzunluğu yaklaşık olarak 8 kilometreydi. Yüksekliği ortlama olarak 10 ile 12 metre civarındaydı ve kalınlığı 5 metreye ulaşıyordu. En hassas olan şehrin ova bölgeleri, güçlü savunma üçgen konsollarla desteklenmişti. Yamaçların yan taraflarında özellikle dikdörtgen kulleler inşa edilmişti. Surların güneybatısında 4.yüzyılda büyük Konstantin tarafından yapılmış bir yapay liman vardı, surların kuzeydoğusunda bitişik şekilde Akropoli vardı ve dikdörtgen kule ile dönüşümlü üçgen çıkmadan oluşan ayrı bir surdan oluşuyordu. Selaniğ’in dört ana giriş kapısı vardı: iki kapı batı bölümüne açılıyordu, «Hirisi Kapı ve Litaia Kapısı» ve diğer iki kapı doğu bölümüne açılıyordu, «Kassandreotiki Kapısı yada diğer adıyla Kalamaria Kapısı, Yeni Hirisi Kapısı ». Bu kapıların dışında bir çok küçük kapılarda mevcuttu. Bu küçük kapılar gennelikle askeri hizmetli amaçlar için kullanılmaktaydı. 1873 yılında Türklerin şehri güzelleştirilmek maksadıyla surların büyük bir kısmı sistematik olarak yıkılmaya başlanıldı, surların güney duvarı bir başka adıyla deniz duvarı (çünkü denize doğru bir genişleme söz konusu olduğu için böyle adlandırılmıştı) tamamen yok edilmişti. Bugün Selanik surlarının uzunluğu 4 kilometre civarında olup ve etkileyici bir bina kümesi oluşturmaktadır.

Yedi Kule (Heptapyrgion), şehrin sırtlarında görülmesi gereken tarihi yerlerden biri. Osmanlının ilk zamanlarında Çavuş Bey tarafından 1431’de Bizans surları içine inşa edilmiş. Osmanlı döneminde Zincirli Kule olarak bilinen yer bugün Yedikule olarak adlandırılıyor. Burası 1980-1989 arasında hapishane olarak kullanılmış.Günümüzde ise açık hava müzesi olarak hizmet veriyor. Selanik turları listesinde kendine yer edinen Yedi Kule, şehrin en güzel manzarasına sahip yerlerinden biri. Dik bir tepede olduğundan çıkmak için taksi önerilir.

Hamza Bey Camisi diğer adıyla Alkazar, Alkazar ismini ünlü sinema salonundan almaktadır. Hamza Bey Camisi 20. yüzyılda uzun süreli sinema salonu olarakta kullanılmıştır. Selanik merkezinde olup, Egnatia ve Benizelou caddelerinin kesiştiği kavşakta bulunmaktadır. Yunanistan’da bulunan görkemli Osmanlı yapılarından biridir. Elimizdeki verilere göre ve anıtın yazıtlarından hareketle Hamza Bey Camisi’nin 1467 yılında o dönemin Selanik yüksek rütbeli subayı Hamza Bey’in kızı Hafsa Hatun tarafından yaptırılmıştır. Selaniğ’in Türkler tarafından 1430 yılında işgalinden sonra yapılan ilk cami olduğu bilinmektedir. İlk başlarda bir mescid özelliğini taşıyordu yani minaresi olmayan bir mahalle camisiydi. Harim yeri kare şeklinde olup 17 m yüksekliğinde bir kubbe ile muhafaza ediliyor ve kubbe kurşun levha ile kaplıdır. 16. yüzyılın ikinci yarısında yani 1570 ve 1592 yılları arası Selanikte ki müslüman nüfusunun artışı ile birlikte, yapı dahada genişletildi ve iki yeni dikdörgen biçiminde yer, salonun kuzey ve güney kısmına eklendi. Salonun batı kısmında perimetrik bir kapalı çarşı inşa edildi ve büyük bir minare dikildi. 1620 yılında ikinci kitabeye göre yapı bir depremden yada yangından dolayı ağır hasara uğramış ve Kapıcı Mehmet Bey tarafından kapsamlı bir tadilatan geçirilmişti.
Hamza Bey Camisi 1912 Selaniğ’in kurtuluşundan hemen sonra cami olarak kullanılması yasaklandı. Kurtuluş yıllarından sonra yapı büyük hasarlara uğradı, değişik amaçlarla kulanıldı, kötü ve dikkatsiz onarımlardan geçti ve büyük ölçüde doğal estetiği’ni kaybetti. 1917 yılındaki Selanik yangını şehir merkezini büyük hasara uğrattı ve bu yangından dolayı yapı da büyük hasara uğradı ve 1925 yılında yapının minaresi yıktırıldı. Yapı uzun yıllar mültecileri barındırmakla kullanıldı, yapıda bir çok değişiklikler yapıldı ve çevredeki iş yerlerinin deposu olarak kullanıldı. En büyük değişikliği sinema olarak kullanıldığı dönemde yaşadı, ilk başta açık sinema salo’u olarak kullanıldı ama daha sonra kubbenin bulunduğu yere bir metal çatı yerleştirilerek kapalı sinema salon’u olarak da kullanıldı. Son yıllarda yapı yalnızlığına terkedilmiş bir biçimde öylesine kaldı. 2006 yılında Arkeoloji Hizmeti yeni bir programla anıtın kurtuluşunu ve koruma altına alma adıyla bir program yürürlüğe koydu ve anıtın tekrar eski halini koruyarak bir müze olarak kullanılmasını ve Selanikte ki metro çalişmaları sırasındaki kazılardan elde edilecek tarihi parçaları burada Selanik halkına sunmayı planlamaktadır.

Bedesten  Sultan 2. Mehmet döneminde inşa edilmiştir (1455-1459). Venizelou ve Solomou Sokaklarının köşesinde, Hamza Bey Camisi’nin ve kentin eski belediye binasının karşısındadır.Dört kenarının her birinde bir giriş kapı bulunan dikdörtgen bir yapıdır.

Moni Vlatadon (Vlatades Monastery): Kalede doya doya manzarayı izlediyseniz ve fotoğraflarını çektiyseniz artık yürüyerek aşağı inmeye başlayın. İniş yolunda geçtikten 5-10 dakika sonra hemen solunuzda Moni Vlatadon denilen Bizans manastırı kalacak. Bu manastır yazılı kaynaklara göre 14. Yy’da inşa edilmiş ve yüzyıllar boyunca çeşitli eklemeler yapılmış. 16. Yy’da ise Osmanlılar tarafından kullanılmış. Tonozlu şapeli, kavisli kemerleri, çok değerli Bizans ikonaları ve 14. Yy’dan kalma freksleri görülmeye değer. Denizden yüksekliği 120 metre olduğu için muazzam bir manzara sunuyor. Eğer açıksa ücretsiz olarak içine girebilir ve inceleyebilirsiniz.

Church of Pagania Chalkeon: Roma Forumunun hemen arka tarafında, karmaşık dört haç kilisesi mimari türünde inşa edilen Church of Pagania Chalkeon yani Pagan Kilisesi’ni göreceksiniz. Bakırcılar bölgesinde yer alan bu kilise, adını da bu bölgeden almış ve Meryem Ana’ya adanmış. Batı girişinde bulunan mermer kapı girişindeki yazıta göre; 1028 yılında, Protospatario Komutanı Hıristoforo, komutanın eşi Maria ve çocukları tarafından mezar kilisesi olarak inşa edilmiş. Mezarlar günümüzde halen yerini koruyor. Kiliseye giriş ücretsiz.

Kapani Market: Pagan Pagan Kilisesi’nin olduğu Egnatia caddesinden karşıya geçtiğiniz zaman Kapani Market’i göreceksiniz. Burası 1837 tarihli ancak 1889 yılında ve 1917 yılında yanıp kül olduktan sonra 1978 yılında restore edilerek tekrar hizmete girmiş. İlk yapıldığı günden bu yana şehrin her anlamda alışveriş ihtiyacını karşılayan en önemli alanlarından birisi .Tarihi detaylarının haricinde burası normal bir pazar alanı yani baharatlar, yiyecekler, meyve-sebzeler, balıkçılar, kasaplar vs. yer alıyor. Meyveler gerçekten taze oluyor, uygun fiyata alışveriş yapabilirsiniz.

Modiano Pazar Selanik şehir merkezindeki çarşı 1908’de Musevi mimar Eli Modiano ve ailesi tarafından yaptırılmış. Yüzyılın başına kadar Yunanistan’ın Selanik şehrinin nüfusunun yarısı Musevilerden oluşuyordu. Pazarda deniz ürünleri, sebze-meyve reyonları, kasapları, çerez hoş vakit geçirilecek yerlerden birisi.

Ladadika Şehrin tavernalarıyla ünlü bölgesi , geleneksel Yunan ezgilerini dinlerken keyifle yemek yemek yiyeceğiniz bir yer olarak aklınızda kalsın.

Eski Liman: Meydanı gezdikten sonra meydan sağınızda kalacak şekilde kordondan devam ettiğinizde, kordonun bittiği yerde solunuzda eski limanı göreceksiniz. Liman bölgesine ücretsiz olarak girebilirsiniz, zaten girdiğinizde yaz dönemi ise güneşlenen insanları göreceksiniz. Burası artık liman olarak değil sanat galerisi olarak kullanılan bir yer. Depolarda sergiler oluyor, yaz aylarında akşam etkinlikleri yapılıyor ve festivaller düzenleniyor.